Osmanlı vakıflarına gaye "kurbet"tir. Yani kulun, devamlı sadaka demek olan vakıfla hayır cihetlerine yardımda bulunarak Allah (C.C.)'a yaklaşması ve Onu razı etmesidir. Osmanlı hukukçuları bunu yani "kurbet"i sevap ve ibadet kabilinden olan her şey" diye açıklarlar.Yapılacak vakıflar Allah (C.C.) ın kullarına bir hizmet götürmeli ve bu götürülen hizmet de.hem aklın hem de dinin ölçülerine göre iyi ve faydalı bir hizmet olmalıdır Ayrıca vakfın geliri Allah (C.C.)ın kulların ihtiyaçlarına sarf edilmelidir. yapılacak vakıflar lükse ve süse hizmet etmemelidir. Gayesi itibarıyla gayri meşru olan, meselâ hırsızlara, yol kesicilere ve Allah (C C.) ’m kul larına zararlı olan şeylere yapılan vakıflar. İslâm'ın ve dolayısıyla da Osmanlı'nın anladığı mânâda vakıf değildir.Ayrıca Allah (C.C.)'ın kulları tabirinin de çok şumullü olduğunu unutmayalım. Zira bu tabir sayesinde, Müslüman ecdadımız vakfın hacmini genişletmiş, camilere, hastahanelere, medreselere ve yollara vakıflar yaptığı gibi, şuradan buradan atılan kedilere,ciğer bile vakfetmiştir.
Cemiyet hayatında tek hedefin menfaat olduğuna inananlar ve menfaati esas kabul edenler, yardımlaşmanın tek bir şeklini bilirler; o da bir menfaat karşılığı olan yardımlaşmadır. Hayattan gayenin Allah rızası ve haklı fazilet olduğuna gönülden inanan Müslüman ecdadımız ise, bir diğer yardımlaşma şeklini daha kabul ederler ki, bu tamamen fedâkârlık esasına dayanan yardımlaşmadır ve bir menfaat beklenmesi söz konusu değildir. Bunun en güzel misalini vakıf ve umumi mânâda sadakat mefhumları teşkil eder. Bu mânâyı ifade etmek üzere İmam Şafiî şu cümlesini kitabına dercetmişse de. meseleye vâkıf olmayanlar bunu mübâlağa addetmişlerdir: "Bildiğim kadarıyla câhiliye devri insanları kurbet yani sadece sevap ve ibadet gayesiyle vakıf yapmamıştır."Gerçekten, sadece Allah rızası ve insanlara, daha doğrusu bütün canİılara yararlı olmak gayesiyle, bir insanın kendisine ait bir mülkü, devamlı olarak hayırlı bir hizmete tahsis etmesi demek olan vakıf müessesesi, bu mânâda İslâmiyet' le başlamış ve Müslüman Türklerle kemal zirvesine yükselmiştir.
Müslümanlar, İslâm'ın ilk yıllarından itibaren, Kuran ve sünnetin emirlerine uyarak yardımlaşmaya başlamışlardır. Allah ve Peygamber'in kesin tavsiyeleriyle başlayan ve yaşayan bu yardımlaşma duygusu, asırlar boyu devam edecek bir hukuk müessesenin yani vakfın doğmasına sebep olmuştur. Câbir isimli bir sahâbe. "Ben Mekke'li ve Medine'li müslümanlardan mal ve kudret sahibi bir kimse tanımam ki. vakıf ve tasaddukda bulunmuş olmasın" diyerek, daha başlangıçtan bu meselenin öneminin idrâk edildiğini anlatmak istemektedir. Gerçekten İslâm dünyasında, insanlara faydalı olan her hizmetin ibâdet telâkki edilmesinin neticesi olarak vakıflar, cemiyetin hayrına olan her sahada sağlam birer teminât ve sigorta vazifesini ita etmişlerdir.
Vakıf nıüssesenin ila ettiği fonksiyon, sadece ferdî hayırse verlik duygusundan neşet eden yardımlaşma değildir Ayrıca günümüzde devletin ifa etmekte mükellef olduğu bir çok kamu hizmetleri de. özellikle Osmanlı döneminde, vakıf yoluyla ifa elindedir Gerçekten Osmanlı Devleti zamanında, cemiyet için en önemli hizmet olan eğitim ve öğretim hizmetleri vakfın elin dedıı 1 anzimata kadar Osmanlı Devleti başta olmak üzere butun İslam devletlerinde ilköğretim müesseseleri demek olan sıbyan mektepleri ortaöğretim ve yüksek öğretim müesseseleri olan medreseler, tamamen vakıf yoluyla kurulmuş ve hizmet vermişlerdir.XVII. asırda Antebdeki sıbyan mektebleri yani ilkokulların sayısının, bugün Gaziantep'teki ilkokul sayısına ner- deyse yaklaştığını belirtirsek, meselenin önemli daha iyi anlaşılır kanâatindeyiz. Sağlık hizmetleri, sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerinin ifasında da vakıf müessesesinin önemli bir yeri vardır. Belediyelere ait birçok hizmetler, esnaf teşkilâtı ve ordu yardımlaşma kurumlarının ifa ettikleri hizmetler de' biraz sonra kısaca bahsedeceğimiz gibi, vakfın fonksiyonları arasındadır.Kısaca kamu yararı bulunan her himetin. ihmale uğramadan ve devamlı olarak ifası için, vakıf müesse- sesine başvurulmuştur.Özellikle Omanlı döneminde pek büyük bir gelişme gösteren "Vakıflar sayesinde, bir adam, vakıfevde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer,vakıf kitaplardan okur, vakıf bir okulda hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve Vakıf bir mezarlığa gömülürdü.
Şunu da önemle ifade ederim ki, vakıf bir mânâda İslâm ülkesinin resmi tapusu hükmündedir. Nitekim Osmanlı Devletinin mirasına konan sömürgeci devletler' Müslüman halkın mülk mallarını değil de vakıf mallarını zaptederken canlarını siper yapıtklarını hayretle müşahede etmişlerdir.Bu sebeble vakıf müessesesinin aleyhinde ve vakıf malların dokunulmazlığını zedeleyecek mahiyette eserler yazmaya ve yazdırmaya başlamışlardır.
Batı âlemine hayran oldukları için, oradan gelen her şeyi iyi. İslam dünyasına ait her müesseseyi fena gören müstakil görüş ve tenkit kabiliyetinden mahrum ilk Arupalılaşma taraftarlan,özellikle Türkiye de vakıf müessesesı aleyhinde bir reyan uyandırmaya çalıştılar Tanzimat devnnde bu aralık v kılların tamamıyla kaldırılması hakkında epey kuvvetli bı> -P van mevcut olduğu da nakledilir Vakit muessesesmın XIX .ı o:dakı perişan vazıyetine bakarak bu müesseseyımahkûm etmek subıektıfve dogmatik bir telâkkidir. Sunu da hatırlalım kı her asır insanlarının, zamanlarında meydana gelen fenalıkların sebeblerini geçmişlerine ısnad ederek suçsuzluklarını ısba- I.ı I-..ılkmtTi. 11.111 maalesef alışılmış bir durumdur Halbuki tenkit edilenlerin hızım dedelerimiz olduğu ve bir gün bizim de tenkit edileceğimiz unutulmamalıdır iste bu sebeblerdendır kı Ebul- Ula Mardin vakıf aleyhindeki aşırı tenkit ve itirazları "dedikodu" olarak nitelendirmektedir Biz vakfa yapılan itirazları ahlâkı ve iktisadi olmak üzere ıkı ara grupta toplayabiliriz:
Görünüşte itiraz gavet çekicidir Ancak gerçek araştırıldığında durumun böyle olmadığı görülür Önce şunu tesbıt etmek gerekir; acaba insanı çalışmaya teşvik eden sadece bir lokma ekmekmıdır5 Yanı karın doyurmak çalışmanın tek sebebi mıdır’ Böyle bir düşünce materyalist bir bakış açısının sonucudur Her şeyi maddede arayanların akıllan gozlenndedır Goz ise maneviyatta kordur Kısaca karın doyurmak çalışmanın tek sebebi değildir Tek sebeb oimadıgıkabul edilince, bu itiraz gücünü kaybeder Zira bizim milli ve dini terbiyemize göre, herkes başkasına yardımla mükelleftir Fakat hiçbir kimse başka sından yardım beklemez Bu gercgı unutmamak ce harta zenginlerin sadaka almasının haram olduğunu da düşünürsek, sözko- nusu itirazın yennde olmadığı görülecektir Bir memlekette fakirlere yardım. ılım ve güzel sanatları teşvik maksadıyla yapılan tahsis ve tesislerden zarar dogması, bu muesseselerın gayelerine ihanet etmesi ve iyi bir şekilde idare edilmemesine bağlıdır
İktisadî açıdan yapılan itirazlar şoylece özetlenebilir Vakıf konusu mallar, mülkiyet rejiminden çıktığından tedavül edeme inektedir.Halbuki bir malın gelir temin etmesi ancak tedavülü ile mümkündür.Tedavül olmayınca gelir temin etmez, servet dondurulmuş olur.Netice olarak milli servet bundan etkilenir Bu sakat bir usuldür, sebebi de vakıftır.
Vakıf usulü sadece menkûl mallarda teşvik edilseydi bu itiraz yerinde olabilirdi. Halbuki vakfın konusunu teşkil edecek olan malın gayrimenkul olması esasdır. Gayrimenkul mallarda
ise.tedavül asıl değildir.Gayrimenkullerden yararlanmanın en güzel yolu, işletilerek bunlardan gelir elde etmektir.Vakıf ise. bu işletme fonksiyonu engellemez: belki teşvik eder.Gayri- menkullerin tedavül etmemesi asildir.Ayırıcamenkul mallar- için de tedavülün her zamanı yararlı olduğu söylenemez.Bir malın tedavülü hızlı olunca, ihtikâr görülmektedir.
Belli eller o malları halka sattığı için bazen topluma zarar da verirler.En önemlisi de vakıf mallar üzerinde devletin kontrol hakkı vardır. Zaruret olduğu zaman, vakıf şartlarına riayet edilmeyebilir. O halde İktisadî açıdan yapılan itiraz yerinde değildir.
Bir de memleketlerdeki harabelerin sebebi olarak vakıfların gösterilmeside gerçeğe dayanmayan bir iddiadır.Vakıf hukukunun hükümleri, bir malın ihmal edilmesine asla müsait değildir. "Vakfedenlerin şartları şâririn nassı gibidir" Fakat maslahat tahakkuk ettiği zaman, hakimin kararıyla şartlara ay- kın davranabilmektedir.Netice olarak, vakıf hukuku açısından ihmali.terki ve harap olmayı teşvik eden bir hüküm söz konusu değildir.Vakfa mânevi ve iktisadi açıdan yapılan itirazların, bu müesseseyi İslam toplumlarının tarihî gelişmesi çerçevesi içinde tetkik ettiğimiz zaman, asıl sebebleri daha iyi anlaşılacaktır.Evvela bu tenkitler. İslam topraklarını istila amacını güden batıklar tarafından yapılmış ve tenkitler ileri sürülürken vakıfların su- istimale uğramış ve soysuzlaşmış bazı vaziyetleri nazara verilmiştir. İkinci olarak, itirazları ileri sürenler. XIX. asırdaki İngiliz iktisat mektebinin liberal nazariyelerini ve darvinizmin dedikodularını adetâ tabiî bir kanun gibi kabul edenlerdir.Bunların en büyük hatası, peşin fikirli olmaları ve sosyal bir müessese- nin sadece belli bir devresi için doğru olan bir hükmü, onun bütün hayatına ve mahiyetine teşmil etmeleridir. Halbuki vakıf hukuku, gelişen iktisadi şartlara göre uyarlanması mümkün olan hükümleri ihtiva etmektedir.Vakıf müessesesi.dinî ve hukukî bütün müesseseler gibi, geliştiği İslam toplumunun maddî ve mânevî şartlarına uygun olarak ve toplum umumî hayatıyla â- hengini koruyarak uzun bir tekâmül geçirmiştir. İslam medeniyetin yüksek devirlerinde, bu müessese de dinî - hayrî görevlerini başarıyla ifa etmiş. Müslüman kavimlerin siyasi ve iktisadi dîgeri- eyişi onuda ister istemez etkilemiştir
Kısaca vakıf emsâlini. batının yeni yeni ortaya koymaya çalıştığı ferdî ve umumî ifade eden ve temeli Resullullah tarafından atılan mühim bir müessese ve Sadakay-ı câriyedir.
